Fransız Korku Sineması Dalgaları

| |

Fransız sinemasının ‘sanat filmi’ üreten bir zihniyetle sinema külliyatında yer aldığını cümle alem bilir. Ama Frabsa ilk başlangıçlerı olan yüksek tansiyon ile korkuya yeni bir dalga getirdiler. Son örnekleri olan İşkence Odası ile yeni bir soluk getirme çabaları sonuç verdi. Ve olumlu tepkiler aldılar. Peki Ya bu Fransızlar nasıl oldu da korku ikolü yaratma çabasına girdiler. Fransızlar hani aşkan romantizm’den başka bir şey anlamazlardır.

http://i40.tinypic.com/a2ghgi.jpg

Ancak ülkenin korku sinemasında altı yılda boy gösteren atılım, bir şekilde geriye dönüp ‘böyle bir yükseliş nasıl olabilir?’ diye sorgulamamıza sebep oluyor. Zira ülke sinemasının geleneğinde kara film olsa da ve hatta George Melies’nin katkılarıyla sayısız fantastik yapıt üretilse de ‘korku’ denince aklımıza gelen ‘önemli yapıtlar’ın sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Örneğin kara film üretimiyle dikkat çeken Henri-Georges Clouzot’nun “Şeytan Ruhlu İnsanlar”ı (“Les Diaboliques”, 1955) gotik alt türünün bir örneği olarak türe ucundan dahil edilebilir. Ancak tarihteki en önemli Fransız korku filmi kuşkusuz “Les Yeux Sans Visage”dır (“Eyes Without a Face”, 1960). Georges Franju’nun ilk filmi, bazı kaynaklara göre Fransız Yeni Dalgası’nın milatlarından biridir. Buradan yola çıkınca da ülke sinemasının kaynağında ‘bir korku filmi’nin işlevsel bir rolü olduğunu görebiliyoruz.

FİLMLERE GÖZ ATALIM.

Bence fransızlara bir tebrik borcumuz olmalıdır. Sonuçta ne kadar filmleri pek sevilmesede durmadan ucuz b-movie korkuları ile ayakta durmaya çalışan Fransızlar bir başarı öyküsüne imza attılar. Hadi gelin filmleride inceleyerek fransızların nasıl korku dalgasına girdiği görelim.

Herşeyin başlangıcı bana sorarsanız Yüksek Tansiyon oldu. Yüksek Tansiyon ne kadar güzel ve vurucu bir filmde olsa kendi ülkesinde korkuya öcü gibi bakan insanlardan destek alamadı. Ama bu yinede yurt dışındaki başarısını durduramadı. Peki ama Yüksek Tansiyonun kaynağı neydi? Kaynağına ise 70’ler İtalyan korku sinemasındaki tür kırması örnekleri ve onların stilize görsel yapılarını, 60’ların istismar filmlerini, 70’lerin Amerikan slasher filmlerini alırken, arka planına da elbette ‘Fransız sanat sineması’ geleneğinin alt metinlerini yerleştiriyordu. Zira film, özünde lezbiyen bir aşk hikayesiydi. Ancak bu öykü, slasher, istismar filmi ve splatter film kalıplarıyla anlatılıyordu. Zaten bütün özgünlüğü de buradan geliyordu. Hem psikolojik ve felsefik olarak zengin, hem de korkutucu ve mide zorlayıcı bir filmdi. Eskilerde unutulan İstismar sineması ögelerini günümüze getiriyor ve bizi son derece zorluyordu. Ama yinede modernleşen insanların olaylara modern bakış açısı bir İstismar sineması örneği olmasını engelledi. Ama yüksek tansiyonun son derece güçlü bir film olan Teksas Katliamından güç alarak Kırsal kesimde yaşayan insanların şiddette yakınlığını anlatmayı son derece iyi başarıyordu. Filmin son dakikalarında bizi ters köşeye yatıyor ve akıl almaz finalinde de insanlara kendini sevindiriyordu. Peki ya Yüksek Tansiyondan sonra ne oldu?

http://yenisafak.com.tr/resim/site/sinirda0e7f668b0e67cb30by.jpg

3 Sene İçinde Fransızlar Kendi Adlarını Taşıyan Bir Korku Alt Türü Yarattılar. Bunun adına da biz “Yeni Fransız Dehşet Sineması” dedik. Bir kaç pisikolojik gerilim filminden sonra(Kutsal Bakire) sinema filmleri değişmeye başladı. 2006 yılında Sheitan ve Onlar,2007 yılında ise İçerde ve Sınırda bu geleneği sürdürmeye devam etti. Şimdi kısaca biraz onlara da göz gezdirelim. Sheitan el kamerasıyla çekilen kırsal bölgede şeytana tapan insanları anlatıyordu. Yine kırsal kesine yapılan bir gönderme niteliğinde olan serbest bir deneme olarak görülür. Fakat istismar seviyesi oldukça yüksek tir. Onlar ise yine aynı kırsal bölgedeki şiddeti tema edinip buna gerçek bir hikaye deyip katilin kim olduğunu belli etmeyen bir filmdi. Çoğu kişi tarafından başarılı buldu. Atmosfer olarak gayet başarılıydı. Aslında bölgedeki çocuk çetesine dayanan konusuyla diğer korku filmlerinden kan oranu apacık belli olacak şekilde düşüktü. İçerde Ve sınırda ise bunların arasında en cesuruydu. Ama cinsellik açısından bakılırsa da Sheitan son derece cesurdu. İçerde kapalı mekanda iki kadının mücadelesi anlatan klostrofobik atmosferi ile itelyan filmleri gibi türü belirsiz filmlere sınıfına götürüyor. Film hem kan hem atmosfer bakımından son derece başarılı bir korku filmi sunuyordu. Sapına kadar bir istismar filmiydi.

Sınırda ise içindeki politik göndermeleri ile gerilim filmi başlasa da yamyam nazi ailesini anlatmaya başlamasıyla istismar filmine dönüşüyordu. Kan oranı yine yüksek olan bir yapımdı. İçerde ve sınırda fransız sinemasında korku anlayışı belirlediler. Türler arasında geçişler yapan gore dozu hayli yüksek bir sinema yarattılar.

http://sinemaseyret.turkblog.com/public/blogs/sinemaseyret/2009/05/04/i__k.jpg

Fakat fransız sinemasına yenilik getirmiyorlardı. Günümüze bakarsak bu yıl çıkan İşkence odası yüksek tansiyondan sonra en yenilikçi olanıydı. İlk 45 dakikası gerçek şiddet iken devamında pisikolojik-gerilimi andıran atmosferden güç alan bir yapımdı. Çoğu sinema sitesine göre 3 bölümdü. İşkenceden kaçış,evde işkence,işkence seansı…70 lerde gördüğümüz cesur korku sinemacıları şu an 2000 lerin Fransız yönetmenlerinde görüyoruz. Fransız sineması kadınları şiddette kullanan,alt türlerde gezinirken bize değişik duygular yaşatan lezbiyenlik ve pisikolojik temalarını kullanan yeni bir cesur sinemacılık dalgası.

Mustafa Türkan

0 yorum:

Yorum Gönder